Hikaye, bir galerinin yalnız odasında başlıyordu. Odayı bir cansız mankenin soğuk, statik varlığı dolduruyordu; çıplak vücudu, neşeli olmayan bir şekilde ortada duruyor, her şeyin görünür olmasına rağmen, ardında kaybolmuş bir duygu barındırıyordu. Ancak bir bakış, bir adım, bir ince dokunuşla değişmeye başlamıştı. Mankenin etrafında, her dokunuş ve her yakınlık, bir duygusal keşfe dönüşüyordu. Vücut, bu cansız figürün etrafında bir dansa başlamış gibiydi, birbiriyle çelişen duygular arasında geçişler vardı. Fakat her bir hareket, tıpkı mankenin katı duruşu gibi, bir anlam taşıyor, gerçeği yavaşça ortaya çıkarıyordu: Sessiz bir keşif, teslimiyet ve anlayış arasında, insanın kendisini ne kadar tanıyabileceği bir yolculuktu.